Hazırlık Çalışmaları
1.
İnsanları güldürmek, eğlendirmek bir sanat mıdır? Sınıf
ortamında tartışınız.
2.
Tiyatroların güldürü ağırlıklı olması, her zaman toplum
tarafından kabul görür mü? Sözlü olarak ifade ediniz.
3.
Oyuncuların seyirciye bir öğüt veya ders vermek amacıyla
oynadığı doğaçlama bir oyun seyrettiniz mi? Arkadaşlarınızla paylaşınız.
giriş
(Zurna Pişekâr havası çalarken Pişekâr
gelir ve meydanı bir defa dolaştıktan sonra iki eliyle temenna ederek.)
PİŞEKÂR — Bu akşam, “Gülme Komşuna”
namındaki oyunu temsil edeceğiz.(Der ve bir kenara çekilir.)
MUHÂVERE
ARZBÂR
(Zurna Kavuklu havası çalmağa başlar.
Kavuklu arkasında Cüce ile gelir ve bir defa meydanı dolaşır.)
KAVUKLU — (Cüce’ye) Kapıyı kilitledin mi?
Anahtarı aldın mı?
CÜCE — Kapıyı kilitledim ama anahtarı
üstünde bıraktım.
KAVUKLU — Anahtar kapı üstünde bırakılır
mı?
CÜCE - Geçen akşam hırsız, komşuya
girerken, kapıda zahmet çekmiş, kırmış. Kolaylık olsun diye ben de anahtarı
üstünde bıraktım.
KAVUKLU — Hay Allah müstahakkını versin! Anahtar hırsız girmesin
diyedir, hırsıza kolaylık vermek için değil.
PİŞEKÂR — (Arkalarından) Hay gidi
aptallar hay! Anahtarlarını kaybetmişler, kilitli kalmışlar.
KAVUKLU — (Ses gelen tarafa dönerek)
Senin çenen, ama açık kalmış... Siz çilingir misiniz?
PİŞEKÂR — Hayır, efendim; bendeniz bu
mahallenin muhtarıyım. Bir müşkülünüz mü var?
KAVUKLU — Bizim yok ama, burada bir
düşkün var.
PİŞEKÂR — Ne düşkünü?
KAVUKLU — Senin gibi bir tımarhane
düşkünü.
PİŞEKÂR — Efendim, “ — Bir müşkülünüz mü
var?” dedim, yani bir işiniz mi var?
KAVUKLU — Evet bir
dişi’miz var, iki babamız... Sen bizi hindi çobanı mı zannettin?
PİŞEKÂR — Hayır, hindi
çobanı mindi çobanı değil, ben sizi hiçbir şeye benzetemedim.
KAVUKLU — Efendim,
sayenizde biz de adamız.
PİŞEKAR — Bir adam
kendine iftira etmez. Yalan söylüyorsun. (Güler.)
KAVUKLU
— Sana adam olduğumuzu nasıl ispat edelim? İşte senin gibi başımız, elimiz,
ayağımız var.
PİŞEKAR
— Dünyada her şey olağandır. Siz de neden adam olmayacakmışsınız.
KAVUKLU — Yediği naneye
bak.
PİŞEKÂR — Efendim,
maksat latife. Size takılmak.
KAVUKLU
— Bize takılırsan Yenikapı İstasyonunda ayazı çekersin. Bizi şimendüfer
lokomotifi mi zannettin yahu?
PİŞEKAR
— Hayır, efendim, “Şeker yapalım.” dedim.
KAVUKLU
— İyi ama, sen bunak, ben avanak, kıvamını kaçırırız. Ne şekeri yapıyorsun
canım? Sen ayaküstü şekerleme yapıyorsun galiba ki, böyle sözler söylüyorsun.
PİŞEKAR — Canım,
efendim, siz kimsiniz? Kimin nesisiniz? Nereden geliyorsunuz, nereye
gidiyorsunuz? Ananız, babanız var mı?
KAVUKLU — Müsaade et,
mahalleden kayıtları getireyim bari.
PİŞEKÂR — Ne kayıtları
getireceksin?
KAVUKLU — Ne bileyim.
Silsilemi soruyorsun.
PİŞEKÂR — Adını
öğrenmek istiyorum. Adın ne?
KAVUKLU — Ali.
PİŞEKÂR — Nasıl Ali?
KAVUKLU — Sade Ali.
PİŞEKÂR — Maşallah,
sade Ali Efendi.
KAVUKLU — Pederi tanır
mısın?
PİŞEKÂR — Hayır.
KAVUKLU
— Peynirli-pide... Ulan, biz börek sülalesinden miyiz? Niçin bana “Sade Ali
Efendi” diyorsun?
PİŞEKÂR
— Şimdi söylemediniz mi?
KAVUKLU — Evet, ama,
“sade”nin lüzumu yok; yalnız Ali Efendi.
PİŞEKÂR — Maşallah
Yalnız Ali Efendi.
KAVUKLU — Canım,
“yalnız”ı malnızı yok; bayağı Ali Efendi.
PİŞEKÂR — Bu sefer
“maşallah” demeyeceğim, Bayağı Ali Efendi.
KAVUKLU — Artık tepem
atıyor, Ulan, benim nerem bayağı? İsmim Ali vesselam!
PİŞEKÂR — Vay! Ali
Vesselam Efendi.
KAVUKLU — Haydi def ol
oradan! Benimle eğleniyor musun?
PİŞEKÂR
— Yok, Ali Efendi, ben seni tanıdım; yalnız bir parça üzeyim diye yaptım.
Nasılsın bakayım, ne âlemdesin?
KAVUKLU
— Ben seni tanıyamadım ki.
PİŞEKÂR — “Tanımadım.” ne
demek? Beni tanıyacaksın, a canım.
KAVUKLU — Tanımadım.
PİŞEKÂR — Tanıyacaksın, ulan.
KAVUKLU — Tanımadım, ulan.
PİŞEKÂR — Hele bir dikkatli bak. Bana
“insan sarrafı, lakırdı kavafı, meydan bülbülü Küçük İsmail Efendi” derler.
KAVUKLU — Ah, İsmail Efendi, ben de seni
arıyordum. Şimdi derdimi anlatırım, yalnız, şu çocuğa biraz harçlık ver de
gitsin.
PİŞEKÂR — (Cüce’ye) Al, oğlum, şu yirmi beş kuruşu.
KAVUKLU — (Cüce’ye) Gel bana bakayım. Ver o yirmi beşliği.
(Alır.)
PİŞEKÂR — Sen de mi para veriyorsun?
KAVUKLU — Ne olur ne olmaz, üstünde para
bulunsun. (Cüce’ye) — Haydi bakalım, doğruca eve git şimdi. (Cüce gider.)
PİŞEKÂR — Ey, bakalım, ne âlemdesin
Aliciğim?
KAVUKLU — Sorma, İsmail Efendi. Pederin
vefatından sonra bütün bütün sefil kaldım. Hangi işi tuttumsa muvaffak
olamadım. Nihayet, Etyemez’de, deniz kıyısında bir kahve tuttum, işlek yer
olmadığı için pek kazanç olmuyorsa da civar komşuların yardımıyle geçiniyorum.
PİŞEKÂR — O da iyi.
KAVUKLU — Bir gün kahvenin yanındaki
konağın sahibi bey beni çağırttı: “— Oğlum, bizim kerime bu perşembe gelin
oluyor. Damadın evi Macuncu’da. Mürüvvetimi göstermek için gelin alayını
Beyazıt’tan, Edirnekapısı’ndan dolaştırmak suretiyle göndereceğim. Sen işgüzar
bir adam olduğun için, bu alayı idare edeceksin. Ben de seni iyice memnun
edeceğim.” dedi.
PİŞEKÂR — Ah, ne âlâ iş!
KAVUKLU — Perşembe geldi; sabahleyin
kapının önüne elli tane araba dayandı, beş altı tane de binek beygiri. Düğün
sahibi, benim için, “Bir kazaya maruz kalmasın.” diye bir beygir intihâb etmiş
ki görme. Gayet güler yüzlü: Gülmekten dişleri meydanda bir hayvan. Hem de
gayet düşünceli bir hayvan: Gözlerini kapamış, tefekküre dalmış sanırsınız. On
altı sopa vurdum ancak o zaman kuyruğunu bir defa salladı.
PİŞEKÂR — Aman birader, o tarif ettiğin
senin, gayet ihtiyar bir beygir olacak.
KAVUKLU — “İhtiyar” da söz mü? Bir
patlıcana dört değnek sok, işte bizim beygir. Kolumdan tutup beni bindirdiler.
Her ne kadar “Deh, meh!” dedikse de beygir öyle yürüyecek gibi gözükmüyordu.
Bereket versin, gelin arabacısı usta bir adammış; hemen bir kumanda etti:
“Dayana dayana beygiri tramvay yoluna bastırın.” dedi. Güç hâl ile dediğini
yaptılar. Arabacı da oku getirdi, beygirin kuyruğuna kuyruğuna dayadı.
PİŞEKÂR — Aman birader, kazalı iş o.
KAVUKLU — Kazalı ama, bir kere söz verdik.
PİŞEKÂR — Eey sonra?
KAVUKLU — Arabacı o acar beygirine
kamçıyı vurdu mu, bizimki şöyle bir ilerler gibi oldu. Ama inatçı mı inatçı, ön
ayaklarını diredi, dayandı kaldı. İhtiyar, mihtiyar, hayvanın bu hâline
şaşakaldım. Arabacı biraz daha zorlayınca hayvanın ayakları tramvay yolunda
olduğu için, kızak kayar gibi ilerlemeye başladı. Nihayet, hayvan da alıştı,
yürüdü. Arkamda, alayın azametini sorma. O elli araba, iki tarafın arabacıları,
davetliler, kendi kendini davet edenlerle beraber lebaleb dolu idi.
Beyazıt’tan, Fatih’ten, Edirnekapısı dışına çıktık.
PİŞEKÂR — Orada bakla tarlaları filan
vardır.
KAVUKLU — Evet. Yol uzak, hava da sıcak
olduğu için, geline bir parça nefes aldırmak maksadıyla Bayrampaşa’da durduk,
arabanın kale tarafına olan kapısını açtık; biz de mahalle delikanlılarıyla
atlardan inerek birer kahve içtikten sonra tekrar yola koyulduk. Tam Topkapı’ya
geldiğimiz sıralarda idi, gelin arabasından, yenge hanım başını çıkarıp: “Ali
Efendi! Ali Efendi!.. Ben sıcaktan uyumuş kalmışım. Şimdi gözümü açtım, ne
göreyim, gelin yanımda yok. Acaba Bayrampaşa’da mı kaldı, düştü mü, ne oldu,
bilmiyorum?” demesin mi!
PİŞEKÂR — Eyvah, Ali’ciğim! Ne yaptın?
KAVUKLU — Ne yapayım. Pek fena bir vaziyet. Arabayı boş
göndersem güvey evinden gelin soracaklar; kızın evine gitsem, babası benim
yakama yapışacak. Bir lahza düşündüm, derhal vaziyeti kavradım. Misafir
arabalarını yavaş yavaş yürümelerini tenbih ederek düğün evine doğru yolladım;
gelin arabalarını geri çevirttim, aynı yoldan, ters geri, aramaya başladım.
PİŞEKÂR — Aman Yarabbi!.. Eey sonra?
KAVUKLU — Bayrampaşa’ya gelince yüreğim ferahladı.
PİŞEKÂR — Gelini mi gördün?
KAVUKLU — Kâfir gelin, gelincik! Bakla
tarlasına girmiş, safasına bakmıyor mu!
PİŞEKÂR — Her ne hâl ise! Bu tarafa
gelmekten, beni aramaktan maksadın ne?
KAVUKLU — Ah, İsmailciğim, anlatayım. Pek
acınacak bir hâldeyim. Konu- komşunun delaleti ile evlendim. “Evlendim.” ne
demek, başımı belâya soktum.
PİŞEKÂR — Hayr ola! Ne gibi?
KAVUKLU — Ne gibi olacak İsmailciğim. Aldığım kadın yüzüne
bakılacak kadar güzel; güzel ama, huyu da o nispette çirkin. Tembel, o kadar
tembel ki tarif edemem. Akşamları, yemek diye ekseriya birbirimizi yeriz;
çamaşır ne yıkar, ne yıkatır. Bir şey lazım oldu mu, kirli sepetine müracaat
eder, en beyazı hangisi ise onu alır giyeriz.
PİŞEKÂR — Canım, böyle münasebetsizlik olmaz. Hem sen çok
mübalâğa ediyorsun.
KAVUKLU — Eğer mübalağa ediyorsam senin hayrını görmeyeyim.
PİŞEKÂR — İnandım, yemin etme.
KAVUKLU — İşte onun şerrinden evi terk
edip kaçtım. Şimdi senden bir ev istiyorum. Eğer nadim olup gelirse
barışacağım, gelmezse bırakacağım.
PİŞEKÂR — Vah, Aliciğim, vah! Sen hiç merak etme, ben sana
istediğinden âlâ bir ev bulurum. Bak, elimin altında bir konak yavrusu var.
KAVUKLU — Yeni mi doğdu? Tüylerini sen mi yaladın?
PİŞEKÂR — Canım, öylesi değil. Ufacık bir ev. Gel seni
götüreyim. Lâkin biraz uzakça.
KAVUKLU — Öyleyse arabaya binelim.
PİŞEKÂR — (Bir arabacıyı çağırır gibi yaparak) Arabacı! Arabacı!
Bizi Şehzadebaşı’na kaça götürürsün? (Sesini değiştirerek) On beş kuruşa.
(Tabii sesiyle) On kuruşa idare etmez mi?
KAVUKLU — (Bu esnada Pişekâr’a hayretle bakmaktadır.) Çıldırdın
mı yahu? Kiminle konuşuyorsun?
PİŞEKÂR — Görmüyor musun arabacıyı?
KAVUKLU — Alimallah seni bağlar, tımarhaneye yollarım. Araba
nerede?
PİŞEKÂR — Önünde duruyor. Çok söyleme; bak, ben biniyorum.
(Arabaya biner gibi yapar, Kavuklu
da onu taklit eder.) Şöyle geç bakayım.
KAVUKLU — Bunun önü, arkası nerede?
PİŞEKÂR — Ömründe araba görmemiş gibi
yapıyorsun. (Pastav’ı Kavuklu’nun kafasına vurarak “Deh! Deh!” diye arabayı
sürer ve meydanı bir iki defa devreder.) Eh! Geldik.
KAVUKLU — Ne insafsız
arabacı bu. Durmadan hayvanı kamçıladı, sanki bana vuruyormuş gibi de acısı
yüreğime çöktü.
PİŞEKÂR — E azizim, işte eve geldik.
(Pastavla yenidünyanın kenarına vurarak) Kapıyı da açtım, haydi gir bakalım.
KAVUKLU — Bunun neresine gireyim? Bu,
sansar kapanı gibi bir şey.
PİŞEKAR — Canım, merdivenden bir çık.
Pat... pat... pat...
KAVUKLU — (Aynı hareketi tekrar ile,
yenidünyadaki iskemleye çıkar.) Oh! Hakikat hâl, güzel bir evmiş. Ne manzara,
ne manzara! (İner.) Bunun aylığı kaça?
PİŞEKAR — Senin için on lira ama bir seneliği peşin.
KAVUKLU — Hay hay! Al. (Eliyle para verir gibi yaparak) Bir,
iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on. PİŞEKÂR — Hani para?
KAVUKLU — Hani ev?
PİŞEKÂR — İşte ev.
KAVUKLU — Böyle evin parası da benim verdiğim gibi olur.
PİŞEKÂR — Haydi, sen şimdilik otur, sonra uzlaşırız.
KAVUKLU — Eksik olma birader.
PİŞEKÂR — Hayırlı olsun. (Gider.)
(Zurna çalarken I. Zenne gelir, meydanı bir defa dolaşır.)
1.
ZENNE — Evvel benim nazlı yârim.
Severim kimseler bilmez.
Bir aşkadır düştü göynüm,
Yanarım kimseler bilmez.
PİŞEKÂR — (Karşılayarak) Maşallah, hanım
kızım! Böyle takmış takıştırmış, yapmış yakıştırmış, nereden gelip nereye
gidiyorsun?
1.
ZENNE — Ah, İsmail Efendi pederim! Başıma gelenleri sormayınız.
PİŞEKÂR — Hayr ola, evladım! Bir hâl mi oldu?
1. ZENNE — (Utanarak) Ah! Neler, neler... Ne hâller oldu? Nasıl
söyleyeyim, utanıyorum.
PİŞEKÂR — Teehhül filan mı ettin?
1. ZENNE — Derdimi bildin, İsmail
Efendiciğim. Pederim ısrar ile hiç tanımadığım bir adamla beni evlendirdi.
Koltuk merasiminde yanıma, kocam olacak, kaba saba bir herifin geldiğini
görünce ne kadar talihsiz olduğumu anladım. Fakat pederimin hatırını kırmamak
için her şeye katlanmaya karar verdim. Evlendiğimizin daha ikinci günü küfeyle
eve geldi. Konu komşuya rezil olduk.
PİŞEKÂR — Vah, yavrum, vah! Seni
yakmışlar.
1. ZENNE — Ah! Sorma, İsmail Efendi. Her
şeyine katlandığım hâlde, en nihayet ne yapsa beğenirsiniz! Evi bırakıp kaçtı.
PİŞEKÂR — Vah, yavrucuğum, vah!
1. ZENNE — Bu tarafa geldiğini duydum.
Kadınlık hissini yenerek onu aramaya çıktım. Ne kadar olsa ilk göz ağrısı.
PİŞEKÂR — Kimmiş o? Ben tanır mıyım
acaba?
1. ZENNE — Elbette tanırsınız. “Kel Ali” diyorlar.
PİŞEKAR — Bildim,
bildim. Yalnız, onun bu hâllerini bilmiyordum. Kendisi de ailesinden şikâyet
ederek geldi, burada ev tuttu.
1. ZENNE — O kör olası
her şeyi yapar eder, sonra da zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkar.
PİŞEKAR — Kızım, ne de
olsa, mademki senin erkeğin, hazır gelmişken sizleri barıştırayım. Hem ben, onu
fena huylarına tövbe ettiririm.
1. ZENNE — Siz
bilirsiniz.
PİŞEKAR — (Kavuklu’yu
çağırır.) Ali Efendi! Ali Efendi! Bak, senin ailen geldi. Senden birçok şikâyet
ediyor. Zavallı kadıncağıza yapmadığını, bırakmamışsın.
KAVUKLU — Haşa, İsmail
Efendi. Emin ol, kabahat yalnız bende değil. Ben bir daha fena bir şey yapmamaya
söz veriyorum. Gel bizi barıştır.
PİŞEKAR — Gel! (Kavuklu ile I. Zenne’yi
el ele verir, her ikisi de kedi miyavlaması gibi ağlamaya başlarlar.) Haydi
bakalım, artık evinize gidiniz. (I. Zenne ile Kavuklu, yenidünyaya girer,
Pişekâr gider.)
(Zurna ile II. Zenne gelir.)
bitiş
PİŞEKAR — Hakkın var, Ali Efendi oğlum,
bu hâl ne senin ailende, ne de benim kızımda vardır. Maksat, ibret alınsın diye
bir vak’ayı temsilden ibarettir. Velî-nimetler af etsinler.
Orta Oyunu Hazırlayan: Cevdet Kudret Solok
beygir: Sadece yük taşımakta
veya araba çekmekte kullanılan at.
civar: Yöre, çevre.
çilingir: Anahtarcı.
delalet: Kılavuzluk, aracılık,
iz, işaret.
intihab: Seçim hakkı.
latife: Yumuşak, hoş, güzel, sevimli. Güldüren,
tuhaf ve güzel söz, şaka, lebalep: Silme.
kavaf: Ucuz, özenmeden ve bayağı cins ayakkabı,
kemer, cüzdan yapan veya satan esnaf,
muvaffak: Başarmış olan, başarılı,
müşkül: Engel, güçlük, zorluk.
pastav: Orta oyununda Pişekâr’ın elinde
bulundurduğu, çeşitli yerlerde kullandığı ve “şak şak” diye ses veren tahtadan
maşa.
silsile: Birbirine bağlı,
birbiriyle ilgili şeylerin oluşturduğu dizi, sıra,
şimendifer: Demir yolu. Tren,
teehhül: Evlenme,
tefekkür: Düşünme, düşünüş.
tenbih: Bir şeyin belli biçimde
ve yolda yapılmasını söyleme, bunu üsteleyerek hatırlatma, uyarı, uyarma,
zurna: Keskin bir ses
çıkaran ve çoğu zaman davulla veya dümbelekle birlikte çalınan nefesli çalgı.
Metin ve
Türle İlgili Açıklamalar
Orta oyunu, çevresi izleyicilerle çevrili bir alan içinde
oynanan, yazılı metne dayanmayan, içinde müzik, raks ve şarkı da bulunan
doğaçlama bir oyundur. Orta oyunu adının geçtiği ilk belge 1834 tarihlidir.
Daha eski kaynaklarda bu oyun; kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, zuhuri
gibi adlarla anılmıştır.
Orta oyunu, han ya da kahvehane gibi kapalı yerlerde de
oynanmakla birlikte, genel olarak açık yerlerde, ortada oynanan bir oyundur.
Oyunun oynandığı yuvarlak ya da oval alana palangadenir. Oyunun dekoru,
yenidünya denilen bezsiz bir paravandan ve dükkân denilen iki katlı bir
kafesten oluşur. Yenidünya ev olarak dükkân da iş yeri olarak kullanılır.
Dükkânda bir tezgâh, birkaç hasır iskemle bulunur.
Orta oyununun kişileri ve fasılları Karagöz oyunuyla büyük
oranda benzerlik gösterir. Oyunun en önemli iki kişisi Kavuklu ile Pişekâr’dır. Kavuklu,
Karagöz oyunundaki Karagöz’ün karşılığı, Pişekâr da Hacivat’ın
karşılığıdır. Orta oyununda da gülmece öğesi Karagöz oyunundaki gibi yanlış
anlamalara, nüktelere ve gülünç hareketlere dayanır. Oyunda çeşitli
mesleklerden, yörelerden, milletlerden insanların mesleki ve yöresel
özellikleri, ağızları taklit edilir. Bunlar arasında Arap, Acem, Kastamonulu,
Kayserili, Kürt, Frenk, Laz, Yahudi, Ermeni vb. sayılabilir.
Orta Oyununun Özellikleri
* Orta oyununda yazılı bir metin yoktur. Oyun kişiler tarafından
doğaçlama olarak oynanır. Bu da orta oyununun modern tiyatrodan ayrılan en
önemli yönünü oluşturur.
* Orta oyunu seyircilerin etrafında toplandıkları yuvarlak bir
sahnede oynanır. Bu sahneye meydan ya da palanga adı da verilmektedir. Oyunun
oynandığı sahne ile seyirciler birbirlerine çok yakındır.
* Günlük ve sıradan
olaylar işlenir. Ancak bunun yanında masallar, efsaneler, halk hikâyeleri de
konu olarak işlenebilir. Oyundan önce konu seyirciye tanıtılır.
* Bu oyunda güldürü ve
taklitler ağırlıktadır.
* Ana oyuncular Pişekâr
ve Kavuklu’dur. Bunun yanında çok sayıda karakter de aynen Karagöz’de olduğu
gibi sahneye çıkmaktadır.
* Karagözde de olduğu
gibi usta-çırak ilişkisi altında oyuncular yetiştiği söylenebilir.
* Oyuncuları kendilerine
has, temsil ettikleri yörenin kıyafetlerini giyer.
* Orta oyununda dekor az
da olsa vardır. Özellikle dükkân ve yenidünya denilen paravanlar birçok amaçla
oyunda kullanılır.
Orta Oyununun Bölümleri
Orta oyunu Karagöz’e benzer olarak dört ayrı bölümden
oluşmaktadır. Bu bölümler ve özellikleri şu şekildedir:
Öndeyiş (giriş):Bu bölümde Pişekâr sahneye müzik
eşliğinde çıkar ve oynanacak oyunu takdim eder. Sunuştan sonra bir kenara
çekilir ve Kavuklu’nun sahneye çıkmasını bekler.
Söyleşme (muhavere):Kavuklu sahneye çıkar
ve Pişekâr ile bir muhabbete başlarlar. Aslında bu konuşma, asıl oyuna bir
hazırlıktır.
Fasıl:Bu bölümde oyunun asıl oyunu oynanır.
Diğer karakterler de bu bölümde oyuna dâhil olur. Pişekâr ile Kavuklu
arasındaki atışmalara, diğer oyuncular da dâhil olur.
Bitiş:Bu bölümde ana tipler olan Pişekâr ile
Kavuklu konuşmalarını bir neticeye ulaştırır. Oynanan oyundan seyircilerin ders
çıkarması amaçlanır. Her iki oyuncunun klasik olan sözleriyle oyun
sonlandırılır.
Okuduğunuz metin, geleneksel Türk tiyatrosunun bir örneği olan
orta oyunundan alınmıştır. Oyun, Pişekar’ın sahneye gelerek seyirciyi
selamlamasıyla başlar. Oyunda Kavuklu’nun çektiği sıkıntılar, başından geçen
trajikomik olaylar anlatılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder